İlkbaharın en güzel sabahlarından biriydi. Güneş gökyüzünde gülümsüyor, kuşlar neşeyle ötüyordu. Tavşan Mina, küçük sepetine en sevdiği şeyleri yerleştiriyordu: çilekli kek, havuç sandviçleri, bir şişe elma suyu ve renkli peçeteler.
Bugün Mina için özel bir gündü çünkü en yakın arkadaşlarıyla birlikte Büyük Orman Pikniği yapacaklardı. Neşe içinde zıplayarak yola çıktı. Sepetini koluna takmış, kulağındaki fiyonkla çimenler arasında hoplaya hoplaya ilerliyordu.
Ancak ormanın ortasına geldiğinde birden durdu.
— “Aaaa! Sepetim nerede?”
Sepet kolundan kaymış ve bir yerlere düşmüştü! Mina telaşla geriye doğru koştu ama sepet yoktu.
— “Nasıl olur? Havuçlarımı da kekimi de kaybettim!”
O sırada sincabın sesi duyuldu:
— “Mina! Nereye gidiyorsun böyle telaşla?”
Mina durumu anlattı. Sincap başını salladı.
— “Ben ağacın tepesinden bakarım. Sen de baykuş Bufi’ye sor. Belki o bir şey görmüştür.”
Baykuş Bufi, kanatlarını çırpıp sessizce indi.
— “Sepetin yuvarlanıp dere kenarına gittiğini gördüm. Ama sonra bir kirpi onu dürtüyordu…”
Hep birlikte dereye koştular. Gerçekten de Mina’nın sepeti, dikenlerine dolanmış şekilde kirpi Kiki’nin yuvasının önündeydi.
Kirpi Kiki utanarak ortaya çıktı:
— “Ben sepete çarptım sanmıştım, ama içindekilerin sana ait olduğunu anlayamadım. Sadece kekin kokusu çok güzel geldi…”
Mina gülümsedi.
— “Sorun değil Kiki. Zaten bu piknik herkes içindi. Gel, birlikte yiyelim!”
Ve o gün, planladığı piknikten çok daha güzel bir şey oldu: Beklenmedik dostluklarla dolu sıcacık bir piknik.
Herkes güldü, paylaştı, oynadı. Mina, sepetinin kaybolmasına artık üzülmüyordu çünkü kazanılan dostluk, en güzel kekten bile tatlıydı.