Şehir evlerinin en üst katında, tozlu bir tavan arasında antika eşyalar saklanırdı. Leyla, dedesinin eski müzik kutusunu bulduğunda kilitli olduğunu fark etti. Kutunun üzerindeki oyma desenlerde “Zamanın Dansı” yazıyordu. Anahtarı çevirdiğinde içinden hafif bir melodi çalmaya başladı; ama birkaç saniye sonra melodi durdu, çarklar kilitlendi.
Leyla, dedesinin gençliğinden kalan not defterini karıştırdı. Defterde şöyle yazıyordu:
“Bu kutu, anıların ritmini taşır. Melodi susarsa, zaman durur; yeniden çalması için geçmişle barışmak gerekir.”
O gece Leyla, müzik kutusunu alıp rüyasında kendini zaman tünelinde buldu. Etrafı eski aile fotoğrafları, anılar, kahkahalar ve bazen gözyaşları sarıyordu. Önce dedesinin çocukluk anısına rastladı: bahçede uçurtma uçururken rüzgâr koparıp uçurtmayı alıp götürmüştü. Leyla, uçurtmayı geri getirmeye yardım edince sahne renklenip canlandı. Zaman dişlilerinden hafif bir tık sesi geldi.
Sonra dedesinin gençlik aşkı aklına geldi; genç bir müzisyenle paylaştığı düet… Ancak aralarındaki bir anlaşmazlık, melodinin yarım kalmasına neden olmuştu. Leyla, rüyada genç müzisyeni bulup onlara dostluk köprüsü kurmalarını hatırlattı. İkili birlikte son notayı çalınca zaman dişlilerinden bir melodi daha yükseldi.
En sonunda dedesinin babasıyla olan kırgınlığını gördü; o da bir not eksik bırakmıştı. Leyla, büyükbabanın babasına yazdığı mektubu bulup ona iletti. Mektup rüyada okunduğunda, zaman dişlileri tam ritmini yakaladı.
Leyla gözlerini açtığında müzik kutusu kendi kendine nazikçe çalmaya başladı: “Zamanın Dansı” melodisi evin duvarlarında yankılandı. Kutuyu dedesine götürdü; gözleri dolu dolu “Anılar, paylaştıkça yaşar,” dedi.