Yeşil bir dağın yaylasında, Minik Keçi Kiki yaşardı. Kiki’nin görevi her sabah çiğ sütü sağmak ve kovaya doldurup inek Ahmet’e ulaştırmaktı. Bu, kovanın tazeliği ve köyün kahvaltısı için çok önemliymiş.
Sabahın serinliğinde Kiki, ahıra girdi. İnek Ahmet sakince bekliyordu. Kiki, süt vedası önlüğünü taktı, iki küçük buzağı dişlerini göstererek gülümsedi. Sütü sağarken nazikçe “Möö!” diye seslendi; Ahmet de mırıldanarak sütünü bıraktı. Kiki, kovayı dikkatle doldurdu—300 ml’lik küçük kovaydı bu; tam tamına sığmalıydı.
Kiki kovayı başına alıp ahır kapısını itti. Dışarıda çimenler çiğ damlalarıyla parlıyordu. Yaylanın yamacına giden dar patika, taşlı ve eğimliydi. Kiki bir adım attı… kova hafif sallandı. İkinci adımda kova eğime doğru kaydı! Kiki hemen dengelerini düzeltti. “Sorumluluğum büyük,” diye mırıldandı, “sütü dökmemeliyim.”
Patika boyunca ilerlerken bir çalı dalı kovanın tutamağına takıldı. Kiki nazikçe çalıyı iterek ilerledi. Sonra bir çukur gördü: Kova neredeyse içine sürükleniyordu. Kiki, kova sapını iki eliyle sımsıkı tutup etrafındaki küçük taşları kullanarak çukuru doldurdu; kova güvenle üstünden geçti.
Yaylanın ortasında rüzgâr esti; kova hafif sallandı. Kiki kalbini sıkıca tuttu: “Azimle ilerleyeceğim.” Birkaç adım daha… nihayet düzlüğe çıktı. Ahmet’in bulunduğu ahırın kapısı göründü. Kiki zaferle gülümsedi.
Ahırın önünde bekleyen köylüler, Kiki’yi alkışladı. Kiki kovayı dikkatle yere koydu; süt tertemizdi. Ahmet, sütünü tadınca memnun bir “möö” dedi. Köyde kahvaltı hazırdı.
O günden sonra Kiki, ne zaman sorumluluk alsa, o süt kovasını düşünerek ilerledi. Çünkü öğrendi ki—dikkat ve azim, en hassas yükü bile güvenle taşır.